ELEŞTİRİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ELEŞTİRİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Taşı toprağı altın denilen şehre ilk yolculuk ve eleştirel bir gezi yazısı...
Kuş Bakışı, pek yakında jessinkalemi.blogspot'da...
Türkiye'nin İlk Köy Kütüphanesi
Hayatınız da hiç, bir işe başlayıp sonrasında olmayınca pes ettiğiniz anlar oldu mu ? Benimki de soru değil mi ? Kesin olmuştur hiç kaçarı yok.
En küçük ihtimal kumdan kale yapmak istemişsinizdir olmayınca pes edip elinizde ki bibloları bir köşeye fırlatmışsınızdır.
Veyahut ilkokul yıllarında öğretmeniniz sizden kara kalem resmi istemiştir siz evi yapamamışsınızdır. Kim bilir kaç tane kağıt veya silgi tozu akıtmışsınızdır. Lakin tüm bunlara nazaran pes etmemekte vardır her şeye rağmen ve bunun sonucunda yıllar geçse de adları anılanlar da . . .
Tıpkı Rasim Pehlivanoğlu gibi,
O, doğduğu Ürgüp'ün Karain köyünde, 1947 yılında öğretmenlik yapmaya başladığında görür ki köylü, kız çocuklarını okula göndermiyor. Konuşur, uyarır. Göndermeyenlere dava açar. Okul yaşı geçmiş kız çocukları için kurslar açar ve okuma yazma oranını %100 çıkartır. 
Bir zaman sonra askere gider ve döndüğünde köylülerle oturur konuşurlar. "Daha neler yapabiliriz "?  Düşünür taşınırlar ve bir kütüphane açmaya karar verirler. Herkes elinden yettiğince para atar ortaya, amele Ahmet yevmiyesini, Hatice nine sattığı sütün parasını koyar. . . Sırf çocuklar okusun diye. . .
Köyde yıkık dökük harabe bir bina tamir edilir ve 1958 yılına gelindiğinde o bina Türkiye'nin ilk köy kütüphanesi, Kurucusu ise Rasim Pehlivanoğlu ve Karain Köylüleri olarak tarih sayfalarına geçer. Sonrasında çevre şehirlerde örnek alarak sıra sıra kütüphane açmaya başlarlar. 
Zaman geçer Rasim Pehlivanoğlunun tayini çıkar. Köylülerden Mustafa Güzelgöz, çevre köylere nasıl kitap yetiştiririm telaşına düşer ve aklına eşeği karakoçan gelir. İki sandık yaptırır, sandıklara kitapları büyük bir şehvetle dizer ve başlar dağıtmaya. . . O günden sonra Mustafa Güzelgözün lakabı "Eşekli Kütüphaneci" olarak anılır. 
Tarih 1963 yılına gelindiğinde ise Eşekli Kütüphaneci 77 ülke arasında birinci gelerek, "Dünya Barış Gönülleri İnsanlığa Hizmet Ödülü"nü ABD Başkanı John Kennedy ölmeden bir gün önce elinden alır.
Bakın bahsettiğim tarih 1947-1963 arası okuma oranı Ürgüp'te neredeyse %100 dikkatinizi çekerim yazma demiyorum. 
Peki ya şimdi ? Tarih 2017 Türkiye'nin kitap okuma oranı ?
Dünya da kitap okuma da 86. sıradayız.
Kitap hediye etmekte ise 180 ülke de 140. . .
Ne var kitap hediye etmede demeyin, hediyenin en büyüğü, Kitaptır! Bilgidir! Öğrenmektir!
Sizler kuyuya bir taş atın gerisi gelmezse tekrar atın... "Gençlerini kitapla beslemeyen milletlerin, sonu acıdır". Der P. N. Ovidius. . .
Sonumuz güzel kitaplığımız kitaplarla dolsun. . .

Bir durumun, zayıf yada güçlü yönlerini dille veya yazıyla anlatılmasına "Eleştiri" ya da "Tenkit" denir. Fakat bizler eleştiriyi sadece zayıf yönlerimize yapılan yorumlar olarak biliyoruz . Tüm bunların sonucunda eleştiriyi çözümlemekte büyük sıkıntı çekiyoruz.
İşte bizim en büyük eksikliğimizi yaratan sorunda buradan yani eleştiriye kendimizi kapatmamızdan çıkıyor . Sonrasında her eleştiriyi bir hakaret olarak görüyoruz. Biz de eleştiri eşittir küfür olarak hafızalarda kalmış durumda, oysa eksikliklerimizi gidermek için küfürsüz, argosuz ve doğruluk payı olan eleştirilere açık olmamız gerekiyor.
Tüm bunlara ekstra olarak eleştiriyi, zayıf yönlerimize yapılan açık savaş olarak niteliyoruz. Oysa eleştiri güçlü yönlerimizi belirlemek, öğrenmek açısından en büyük kozlarımızdan biridir.
Lakin burada eleştiri yapana da çok büyük pay düşüyor. 
"Her şeyin bir sınırı vardır" sözünü unutmadan bireyin, artı ve eksi yönlerini yorumlarken, kendimizi karşı tarafın yerine koyarak yaşanılacak duygu ve düşünceleri hissederek eleştirilerin yapılması gerek.
Ben Ahmet'e bunu dersem ne hisseder ? Veyahut Ahmet bana bunu söylerse ben ne hissederim. Tarzı yorumları kendi içimizde yapmadan eleştiri yoluna çıkmak bazen büyük hatalar doğurabilir. Tıpkı atalarımızın dediği gibi; 
Üç kere ölç, bir kere biç misali...
yada
Marcus Tullius Ciceronun dediği gibi,
Bütün büyük işler, küçük başlangıçlarla olur...
Son söz,
Üç kere ölçün bir kere biçin, küçücük de olsa başlangıçlar yapın. Sonrası, kartopunun büyük top haline gelmesi misali yuvarlana yuvarlana gelir.





Masallar İptal

Masallar İptal

Hani hepimizin ortak bir masalı vardı ya; Sen ben diyerek söze başladığımız sonuna da doğacak çocukları koyduğumuz masallar...
Peki, ne oldu o masallara baksanıza her gün bombalar yağıyor tepeden masallarımıza... Her masalın sonuna eklediğimiz çocuklardan biri ya bombaya ya da cinsel istismara kurban gidiyor...

Veyahut geleceğimiz kurban gidiyor ne fark eder ? Kısaca masallar iptal. . .
Daha küçüktüm o zamanlar nereden baksan 4-5 yaşlarındaydım… Bir gün aldılar beni yüzlerce kişinin olduğu büyük bir alana getirdiler. Tam karşımda Türk bayrağına sarılı olan kutu ve ona yaslı olan babamın fotoğrafı vardı. Babam benim tam karşımdaydı ama bu sefer bir çerçeve içinde fotoğrafıyla yanımdaydı. Diyorum ya daha küçüktüm işte o zamanlar babam tam karşımda yatarken, annemin sessiz çığlıkları arasında oyunlar oynuyordum her şeyden habersiz… Bir ara oyunu bırakıp yanımda duran arkadaşımın kolunu çekiştirerek önümde duran fotoğrafı gösterdim. “ Bak bu benim Babam “ tekrar tekrar söyledim bu cümleyi, fotoğraftakinin babam olduğunu bilip o kutunun içinde yatanın babam olduğunu anlayamadan… Küçük bir çocuk için özgürlük, beton yığınları arasında bulduğu boş bir alanda oynayacağı oyundur aslında… O gün benim içinde özgürlük, arkadaşımla yaptığım o koşturmaçaydı fakat büyüdükçe gerçek öyle gelmedi bana hiçbir zaman. O gün benim özgürlüğümün sıfıra indiği gündü… Birilerinin mücadele deyip adına özgürlük koyup savaştığı, anne baba kardeş dost dinlemediği, ülkeyi bölmeyi amaçlayan amaçsız mücadele... Şimdi benden bu mücadeleyle en değerlim olan babamı aldılar… Ama unutulmasın ki… Şehitler asla ölmez… Vatan ise kolay kolay bölünmez…

DÜNYA ÖLÜYOR


Dünya sessiz, dünya ölüyor… Her gün tükenen nefesler acılar içinde bağıran çocuklar açlıkla mücadele veren yaşamlar…

Dünya ölüyor, her gün gözümüzün önünde her çığlıkta bir bomba hemen arkasından gelen intikam mesajları ve dedikodular… Dünya ölüyor, aç susuz yaşayan insanlar ve hayvanlar bunları bile bile israf edilen milyonlarca ekmek ve yiyecek. Evet, dünya ölüyor peki sen insanoğlu sen ne yapıyorsun bu olaylara seyirci misin yoksa dünyanın biraz daha biraz daha huzur içinde yaşaması için çaba sarf edenlerden misin? Yoksa israfçı zihniyetin arkasında dolanıp aç ve fakir insanları ölüme sürükleyen mi? Unutma insanoğlu sen öldükten sonra dünya yine durur ayakta senin ölümünü beklemez ama yaşadığın süre içerisinde haykır ki dünya torunlarına güzel bir armağan kalsın…

DERİNLİKLER


Bazen derinlere inmek gerekir çok daha derinlere… Mesela Ege ile Akdeniz’in kanlı sularına bakmak gerek tekrar tekrar… Sonra Bodrum’un o insanlık öldü dedirten sahiline bakıp insanlıktan bir gram dahi umut aramak gerekir… Savaşların yüzeysel sebeplerinden ötürü birde derinlerine inmek gerek… Çocukların top oynamak yerine havan topları arasında yaşaması, açlık yüzünden ölümle burun buruna gelmek nedir bilmek gerek… Oradan çok daha derinlere inmek gerek hepimizin kardeş olduğu gerçeğine bakmak gerek… Sonra, sonrası ise içinde kalan vicdan kırıntılarıyla bu derin sebepleri irdelemek gerek… Her şeye bir gerek vardır aslında ama sadece vardır biz ise bu gereklere yüzeyden baktıkça… Birileri derinlerde boğulmaya mahkum olacaktır…